Kamuoyunda “Büyükada Davası” olarak bilinen ve aralarında kendisinin de bulunduğu 11 insan hakları savunucusunun dava sürecini Uluslararası Af Örgütü Türkiye şubesinin onursal başkanı Taner Kılıç’la konuştuk.
(6 Eylül 2021 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Evet Açık Radyo’dasınız, 95.0 acikradyo.com.tr ve onun Açık Gazete’sinde. Biraz önce söylediğimiz gibi şimdi bir konuğumuzu ağırlayacağız. Bu arada destekçimiz Zübeyde Bircan’a da çok teşekkür ederek başlayalım. Konuğumuz Taner Kılıç. Uluslararası Af Örgütü (UAÖ)’nün “Hak Savunucuları Davası” diye bilinen, Uluslararası Af Örgütü Onursal Başkanı Taner Kılıç’ın davasında Yargıtay tarafından 6 yıl 3 ay ceza verilmişti kendisine. Bozma ya da onama kararı bekleniyor... Şimdi, 1 Eylül’de -bugün ayın 6’sı- adli yılın açılışıyla birlikte bu kararı bekliyor olacaktık. Daha önce, 4 Eylül günü de İrfan Aktan’ın kendisiyle yaptığı mülakatta “Dua değil hatim de indirseniz adil yargı olmaz” başlığıyla verdiği güzel bir röportajdan, mülakattan izleme fırsatımız olmuştu Kılıç’ı. Taner Kılıç’la biz de konuşmak istiyoruz şimdi. Merhabalar, hoş geldiniz!
Taner Kılıç: Merhaba Ömer bey, hoş bulduk!
Özdeş Özbay: Merhabalar, hoş geldiniz!
TK: Hoş bulduk, merhaba!
ÖM: Evet gayet bulanık ve zorlu bir ortamda konuşuyoruz. “Büyükada Davası” olarak da bilinen ve 11 insan hakları savunucusunun yargılandığı davadan bahsediyoruz. Bize bu hikâyeyi biraz anlatır mısınız lütfen?
TK: Çok kısaca belirtmek gerekirse ben 6 Haziran 2017 tarihinde bireysel olarak tutuklanmıştım, telefonumda Bylock programı olduğu iddiasıyla. Ben aslında o sabah, gözaltı ve arama kararıyla evimize gelen polisler suç ceza hakimliğinin bu kararını gösterdiklerinde bu gerekçeye çok şaşırmıştım. Çünkü ben Bylock kullanmadım. Kullanmadığımı gayet iyi biliyorum, bilincim yerinde. Burada bir hata olduğunu düşündüm ve yani öğleden sonra, en fazla ertesi gün bu hata düzeltilir, ben de serbest kalırım, bu tatsız, şaka gibi gelişme de sonlanır diye düşünmüştüm. Ama öyle olmadı. Ben tutuklandım ve üç gün sonra, sonrasında da uzayan ve halen devam eden bir yargılama süreci başladı. Ben cezaevine girdikten, takriben bir ay sonra, yanlış hatırlamıyorsam, 5 Temmuz 2017 tarihinde Büyükada’da farklı derneklerden 10 insan hakları savunucusunun katıldığı bir toplantı olmuş ki bunun olacağı çok önceden, aylar öncesinden de belliydi. Bu tür toplantılar insan hakları konuşmacıları arasında müstakilen veya birlikte her zaman yapılagelir. Yani yıl içerisinde en az onlarca böyle toplantılar olur. Onlarca, yüzlerce toplantıdan bir toplantıydı o toplantı. Dolayısıyla insan hakları çevrelerinde bilinen, beklenen bir çalışmaydı. Fakat bilindiği üzere o toplantıya böyle son derece kriminal istihbarat ve büyük bir suç organizasyonu görüntüsü verilerek bir polis müdahalesi olmuş. Yani o sırada ben cezalı olduğum için olmuş diyorum. Bu temmuz ayındaki operasyondan sonra -ki bilindiği üzere, yani şimdi olayın tabii bütün ayrıntılarını anlatmak bir radyo programı için mümkün değil zaman itibariyle; fakat kısaca şunu söyleyeyim- takriben onların, yani arkadaşların da gözaltına alınmasından 3-4 ay kadar sonra -şimdi aradan 4,5 yıl geçtiği için ben de olayın ayrıntılarını tam hatırlamıyorum ama Eylül veya Ekim aylarında- birden o Büyükada soruşturmasını yürüten İstanbul’daki savcı, ben İzmir’deki kaldığım cezaevinde video konferans bağlantısı yaparak benim de hemen konu hakkında ifademi aldı. “Sizin bu toplantıdan haberiniz var mıydı?” dedi, ben de “haberim vardı” dedim. Ben o davaya birden 11. sanık olarak eklendim.
ÖM: Evet bu son derece -pardon sözünüzü kestim ama- çeşitli garipliklerin bulunduğu bir şeyin belki en uç noktadaki tuhaflıklarından bir tanesi. Siz 5 Temmuz 2017 tarihinde İstanbul Büyükada’daki operasyon sırasında zaten içerideydiniz. Yani Bylock kullanma iddiasıyla bir aydan beri hapisteydiniz. Bir kere, “tutuklanmanızdan sonra yapılan bir toplantı hakkındaki dosyaya neden dahil edildiniz?” diye de sormuş İrfan Aktan size. Biz de soralım, bu çok tuhaf bir şey çünkü.
TK: Tuhaf evet. Veya tuhaflıkların başlangıcını belki orada gördük, öyle diyelim. Çünkü bunun maddi ve ceza hukuku prosedürü açısından hukuki bir nedeni yok. İnanın öyle aceleye getirilen bir bir araya getirme oldu ki, şöyle, benim ağustos ayındayken duruşma günüm verilmişti, işte atıyorum Eylül’ün 16’sına… Şimdi tarihlere bakarak çıkmadım, aradan da zaman geçti.
ÖM: Hiç önemli değil.
TK: Bu Eylül 16’sından tam yedi gün önce, yani olgu olarak çok iyi hatırlıyorum, yedi gün kadar önce savcı benim ifademi aldı. 3-4 aydır bekleyen Büyükada Davası’nın iddianamesi ki bu konuda kamuoyunda artık eleştiriler gelmeye başlamıştı, tutuklu insan hakları savunucuları olmasına rağmen iddianame hazırlanmıyordu. Medyada aslı astarı olmayan birçok böyle komplo teorileri yazılıp çiziliyordu. Bir kısmının belli ki eline birtakım senaryolar tutuşturulmuş medya mensupları tarafından. Dolayısıyla bu iddianamenin artık bir an önce çıkması beklentisi ve baskısı vardı. O konjonktürde dediğim gibi benim duruşmama yedi gün kala savcı bu şekilde ifademi aldı. Yani gerçekten çok komikti. Yani orada bana birkaç şey soruldu ama inanın çok komik düzeyde. Yani şöyle bir örnek vereyim, “Af Örgütü Türkiye şubesi İdil Eser’le telefonla görüşmüşsünüz. ETS kayıtlarında böyle diyor” dedi. “Evet, yani o direktör ben başkanım. Bizim sabahın 6’sında, 7’sinde konuştuğumuz oluyor. Gece 12’de de konuştuğumuz oluyor. Yani sürekli konuşmamız vaki dedim çünkü o direktör ben başkanım. Hatta bu bizim için bir zorunluluk. Yani bir keyfiyet değil bir zorunluluk” dedim. “Haklısınız” dedi savcı ama buna rağmen sanki bu benim için bir suç deliliymiş veya İdil üzerinden, benim üzerimden bir suç deliliymiş gibi böyle bir şey geliştirildi.
ÖM: Evet, yani hakikaten Kafka’dan Dava’nın benzetmesi, distopya benzetmesi çok yerinde. Yani İdil Eser’in dışında Özlem Dalkıran, UAÖ Türkiye Şubesi kurucularından Günal Kurşun da öyle. Onlar da yargılandılar değil mi?
TK: Tabii. Yani benimle beraber toplam 11 kişi yargılandı ve yedi arkadaş süreç içerisinde yerel mahkemede, daha sonra istinaf mahkemesinin onamasıyla beraat etmiş oldu ama ismini andığımız Özlem, İdil, Günal ve ben ceza aldık. Ben örgüt üyeliğinden ceza aldım ama hepimiz hakkında verilen karar oy çokluğuyla alındı, onu da belirtmiş olayım. Pek medyada dile getirilmeyen bir husus… Malum ağır ceza mahkemelerinde üç hâkimden oluşan bir heyet karar veriyor. İki hâkim ceza almamız gerektiğine karar verirken bir hakim çekimser kaldı ve hepimizin aslında beraat etmemiz gerektiği dosyada herhangi bir suç delilinin olmadığı yönünde karar verdi. İstinaf mahkemesi ise kararı onadı. Dolayısıyla dosya Yargıtay önüne geldi. Ömer bey izin verirseniz biraz önce söylediğim bir şeyi tamamlamak istiyorum.
ÖM: Buyurun.
TK: Büyükada savcısı “benim duruşmamdan yedi gün önce ifadeyi aldı” demiştim. Hemen o gün iddianame çıkarttı beni de ekleyerek. Hatta benim de böyle kopyala-yapıştır şeklinde, iddianameye sonradan yama gibi eklendiğim çok belli. Hatta böyle paragraflar da biraz kaymış o nedenle. Dediğim gibi hemen iddianameyi hazırladı, mahkemeye sundu, mahkeme iddianameyi kabul etti ve hemen altı gün sonrasında, yani benim İzmir’de müstakil olarak yargılanacağım dava duruşmasından -ki savcı da o tarihi bana sormuştu, o tarihi biliyordu- bir gün öncesine, benim İzmir’deki dava duruşmamın bir gün öncesine dava kondu. Siz de medyada konuyla ilgili haberleri takip ediyorsunuz; bir iddianamenin hazırlanıp altı gün sonrasına duruşmanın verilmesi son derece enderdir. Yani en azından birkaç ay sonrasına verilir. Benim duruşmamın, dediğim gibi, bir gün öncesine verildi Büyükada Davası’nın duruşması ve o gün benim ifadem alınmadan… Çünkü gece 12’ye kadar sürdü yargılama. Benimle birlikte, yanlış hatırlamıyorsam, dört-beş kişinin daha ifadesi alınamamışt. Zaman yetmemişti. Bununla birlikte, benim İzmir’deki davamın İstanbul’la birleştirilmesine karar verildi. Biz bunu duruşma kapanırken öğrendik. Yani bu konuda bize bir şey sorulmadı. “İzmir’deki dosyayı burayla birleştiriyorum” dendi. Benim de ertesi günkü İzmir’deki duruşmamda da dosyanın İstanbul’la birleştirilmesine sonradan karar verildi ama sonradan dosyadaki yazışmalardan öğrendik ki meğer önceden zaten yazışma yapılarak iki mahkeme arasında benim dosyamın İstanbul’la birleştirilmesine karar verilmiş. Böyle bir şeyle, ben de cezaevindeyken yapılan bir toplantının sanıkları arasına dahil edilmiş oldum.
ÖM: Evet, dünya tarihinde de ender rastlanan vakalardan, yargısal vakalardan bir tanesi olarak sayılabilir belki de bu haliyle.
TK: Olabilir. Tabii ben bilmiyorum vakalar ne kadar oldu ama böylesine bir şey oldu. Doğrusu ben bu haliyle bahsettiğiniz İrfan Aktan röportajında da dile getirmiştim. Şöyle hissettim; yani o zaman için bir anlam verememiştik ama Chicago Yedilisi’nin Yargılanması filmini izledikten sonra bende şöyle bir jeton düştü; filmi seyredenler bilir, orada Chicago olayları hakkında açılan davada yargılanan yedi kişinin dışında, Chicago’da olayların içerisinde hiç olmayan, tamamen başka yerden getirtilen bir sekiz kişi var. Onların dosyası -iddia dosyaları biraz daha kabarık gibi- daha kriminal gibi duruyor. Ben de o anlamda oradaki kurguyu düşünerek -çünkü benzer refleksler dünyanın başka yerlerinde de olabiliyor, böyle davaya dahil etme şeyleri- İstanbul’da yargılanan, Büyükada Davası’nda yargılanan 10 insan hakları savunucusuna İzmir’den getirtilerek eklenmiş, o tarihte Bylock iddiası gibi son derece ciddi bir iddiayla -ki yargı mensuplarının neredeyse dogmatik bir inanç gibi doğruluğuna inandığı Bylock iddiaları sırasında- o tarihte yargılanan bir kişi olarak o dosyaya monte edilmekle o dosyadaki kriminaliteyi sanki arttırmış gibi hissettim. “Hiçbir hukuki mantığı, delili falan yok” diyoruz ya, yani herhalde böyle bir mantığı olabilir diyoruz; çünkü niçin böyle yapıldığını… Yani dosya üzerinde bir takım lafzi gerekçeler var ama bunlar gerekçe anlamında tatmin eden deliller değil. Ancak böyle bir mantığı olabilir diye düşünüyorum doğrusu. Böylelikle, yani insan hakları savunuculuğuna böyle daha suç dünyasıyla, kriminal terör vs., böyle ortaya saçılan kelimelerle ortada daha bir kriminalite varmış gibi bir görüntü, bir fotoğraf verilmek istendi sanki. Ben de bu süreçte sanki kullanılan bir figür gibi hissettim kendimi.
ÖM: Evet Taner bey, bir de yani şimdi silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasından 6 yıl 3 ay, oy çokluğuyla verilmiş bir karar, biraz önce adlarını saydığınız İdil Eser, Özlem Dalkıran’a da örgüte yardım suçlamalarından 1 yıl 13 ay hapis cezası verilmiş, diğer sanıklarsa Nalan Erkmen, İlknur Üstün, Ali Garavi ve Peter Steudtner, Veli Acu, Nejat Taştan ve Şehmuz Özbekli hakkında ise beraat kararı verilmiş... Yani son derece çelişkileri barındıran, muğlak ifadeler barındıran bir karardan bahsediyoruz. Şimdi Yargıtay’da değil mi?
TK: Evet Yargıtay’da. 2021 yılının başında Yargıtay’a gitti ki bölge adliye mahkemesini yani neredeyse son sürat geçti, jet hızıyla geçti gibi. Dediğim gibi ocak ayından beri Yargıtay’da ve Yargıtay savcılık iddianamesi hazırlandı. Yargıtay’ın karar aşamasına geldiğini düşünüyoruz, tahmin ediyoruz. Bu haliyle de hızlı işlediği görülen bir Yargıtay süreci var dosyanın. Halbuki Yargıtay’dan karar bekleyen çok sayıda da dosya var. Yani şöyle bir olgu var; ben sosyal medyada da görüyorum, çok sayıda kişinin -kaç kişi bilmiyorum ama sosyal medyada onu da yazan çokça kişi var- almış olduğu cezanın yatarı dolmuş durumda. Yargıtay onların dosyası hakkında bir karar vermediği için yatarı dolmasına rağmen yatmaya devam ediyorlar. Çünkü…
ÖM: Yatarı dolmak ne demek?
TK: Yatarı dolmak, kendisine verilen cezanın infaz süresinin dolması demek.
ÖM: Hemen çıkmaları gerekiyor yani?
TK: Evet, yani biliyorsunuz son aşamada, yani cezanın infaz kanununa göre belli bir oranı bittiğinde -buna yatarı miktarı deniyor- o miktar bittiğinde bir değerlendirme yapılıyor ve buna bağlı olarak tahliyeler yapılabiliyor.
ÖÖ: Siz bu şekilde mi dışarıdasınız?
TK: Yok ben bu şekilde değilim. Benim cezam henüz onanmadı. Benim İstanbul’da Büyükada Davası’nda yargılanırken mahkemenin vermiş olduğu, hani bana ceza veren mahkemenin kendi vermiş olduğu tahliye kararıyla dışarıdayım. Bu bahsettiğim, bu kapsamdaki kişiler kendilerine ceza veren mahkemenin kararıyla birlikte tutukluluğuna devam ettirilen sanıklar. Ben ceza almakla birlikte tutuksuz olarak istinafta Yargıtay sürecinin yaşanmasına karar verilen bir kişi olarak dışarıdayım.
ÖM: Peki yani hakkınızdaki iddiaların tümü çürütülmüş aslında ama gene de mahkûm edilmiş bir durum var. Yani tuhaflığı burada.
TK: Evet, o konuda izin verirseniz birkaç cümle sarf etmek isterim. Benim başından sonuna hakkımdaki en önemli, ciddi iddia -bu 15 Temmuz sonrasında da bütün Türkiye’de en azından on binlerce kişinin tutuklanmasına neden olan en ciddi iddia- Bylock kullanma iddiasıydı. Dediğim gibi, ben Bylock kullanmadım hayatımın hiçbir döneminde. 15 Temmuz’dan önce de duymamıştım. Sonrasında medyadan duydum. Şimdi süreç içerisinde -ben haziran ayında tutuklandım- temmuz ayından başlamak üzere İstanbul Adliyesi siber suçlar ve dijital suçlar kapsamında adli bilirkişi Koray beyden bir rapor aldık. İkinci rapor, UAÖ vasıtasıyla Londra’da uluslararası bir siber güvenlik firmasından -ki son derece prestijli ve saygın bir kuruluş; hatta birçok müşterileri arasında devletler var, hani devletler çözemedikleri bazı sorunları bu şirkete getiriyorlar- aldığımız bir rapor var, sonradan dosyaya giren HTS kayıtlarıyla ilgili… Yani toplamda dört ayrı rapor aldık. Bu raporlar kısaca ve kabaca telefonda hiçbir zaman Bylock programının kurulmadığı, kullanılmadığı, silinmediği, telefonun hiçbir zaman fabrika ayarlarına döndürülmediğini vs. anlatıyor. Hakkımdaki iddianamede altı günde 23 sinyal ile Bylock kullanmakla suçlandım. Hatta bu konuda uzman bilirkişi olarak Koray bey ben tutukluyken duruşmamıza da katılarak heyetin bu konudaki her türlü sorusuna cevap verdi. Bilenler bilir, bir uygulama programını kullanmak için, daha doğrusu kullandığınızda, çok sayıda o bahsettiğimiz CGNAT sinyallerinden olması gerekiyor. Gerçek bir Bylock kullanıcısında bu sayı on binler hatta yüz binler düzeyinde oluyor. Yani o program üzerinden birisine bir mesaj yazdığınızda, ses, görüntü olduğunda veya email, fotoğraf, video, vs. gönderdiğinizde bu sayı yüz binlere ulaşıyormuş. Koray bey bunlardan uzun uzun bahsetti. Bu 23 sinyalin oluşması ise… Yani bu konuda bir bilginiz var mı bilmiyorum, yani bu Bylock konusu Türkiye’deki medyalarda hem çok konuşuldu hem de esas içeriği itibariyle aslında pek de konuşulmadı diye düşünüyorum. Yani bunun nasıl bir suç örgütü olduğu üzerinde hep duruldu ama bu konudaki detaylara yer verilmedi. Koray bey gibi bilirkişilerin uzman görüşleri genel, ulusal medyada hiç tartışılmadı. Kısaca şöyle söyleyeyim, böyle bir program gerçekten var. Hatta Koray bey bunu daha önce TUBİTAK’ta çalışan yazılımcıların isminin vererek de duruşmamızda bahsetti. Bu kişiler ve Fetö denilen yapı, bunu bir dönem gizli bir şekilde kullanmış. Sonra ama MİT tarafından deşifre edilmiş. Deşifre edildiğini öğrendiğinde bu yapı, kullanılması için baştan kendi mensuplarına, memurlara, esnaflara, talebelere bunu yaygınlaştırmış. Yaklaşık yüz bin kişiye kadar yaygınlaştırmış. Bunun da gerekçesi olarak 4-5 bin gerçek kullanıcıya yönelik bir operasyon yapılmasın, hani yüz bin kişiye nasılsa operasyon yapılmaz, bu yüz bin kişi içerisinde 4-5 bin kişiyi saklarız, gizleriz gerekçesi olmuş. Bu tabii ki bizim… Yani cezaevine girdikten sonra bu Bylock nedir, ne değildir, hep bunu öğrenmeye çalıştım bununla suçlandığım için. Belki bir anlamda hani hayatımın geleceği bu meseleye bağlı olduğu için bu programın ne olduğunu öğrenmeye çalıştım.
ÖM: Taner bey birkaç dakikamız kalmışken 1-2 soru daha sormak istedim. Yani siz de epey tecrübeli olarak avukatlık yapıyorsunuz 30 seneye yakın bir zamandan beri. Bunun da Yargıtay’dan dönme ihtimalini nasıl görüyorsunuz? İrfan Aktan’ın da sorduğu soru bu. Hakkınızda verilen 6 yıl, 3 aylık bu cezanın hiçbir dayanağı olmadığı halde ceza biçilirse nasıl olur? Bu konuları da 1-2 cümleyle anlatır mısınız?
TK: Dediğim gibi Bylock iddialarına yerel düzeydeki mahkemelerdeki, yani illerdeki ağır ceza mahkemelerindeki, hakimler ve savcılar baştan itibaren neredeyse dogmatik bir düzeyde inanıyordu. Yani mutlak doğru, kesin doğru, doğruluğundan şüphe olmayan veriler olarak bakılıyordu. Fakat bir süre sonra bunların mutlak doğru olmadığı, yanlışlıklar olduğu anlaşıldı. Yani bu konuda teknik detaya girmeyeyim, zaman da buna müsait değil; fakat Yargıtay 2017’nin başından itibaren her zaman “kişinin Bylock kullandığının her türlü şüpheden uzak teknik verilerle ispatı halinde” notunu düşerek kararlar verdi. Şimdi tabii bir hukukçu olarak bu konudaki Yargıtay kararlarını, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını, yakın zamanda başlayan AİHM kararlarını takip ediyorum. Yargıtay’ın 2017’den beri olan uygulamasıyla benim dosyamın 100% bozulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü gerçekten kullanan kişilerin “Bylock tespiti değerlendirme tutanağı” adı altında gönderilen tutanakta kullanımlarına yönelik teknik tespitler söz konusu oluyor. Benim dosyamda böyle bir şey gönderilmedi. Bilakis benim tutuklanmamdan bir yıl sonra, terörle mücadeleye bağlı siber şubeden gelen raporda Bylock kullanmadığımı, telefonumdan, yani IMEI numarası verilen telefondan, bu programın hiçbir zaman silinmiş gibi bir görüntü olmadığı, Bylock kullanımına yönelik hiçbir veri elde edilemediğini şube dosyaya bir rapor olarak sundu. Ben buna rağmen ceza aldım. Türkiye’de de bu şekilde ceza alan tek kişi olmadığımı sonradan anladım. Ben başta, hani “bize baştan taktılar hep böyle gidecek” diye düşünüyordum ama sonradan araştırmalarımda benzer sayıda belki de 10 binlerle ifade edilen…
ÖM: 10 binlerle? Bu çok akıl durdurucu bir sayı evet.
TK: Evet, yani yaklaşık 30 bin civarı benim gibi dosyası olan kişi olduğu tahmin ediliyor. Ömer bey takdir edersiniz ki terör örgütü olmakla suçlanıyoruz. Yani dağda elinde Kalaşnikofla yakalanan bir kişi hangi ceza maddesinden yargılanıyorsa, biz de tamamen ondan yargılanıyoruz, ondan ceza alıyoruz bu program iddiası sayesinde. Dolayısıyla ben ve benim gibi insanların eşi, çocukları, konu, komşusu, hısım, akrabası, köylüsü, kentlisi, benim gibi müvekkil çevresi olduğunu düşünürsek bunun bir insanın hayatını karalamaya yönelik ne kadar ciddi bir uğraş olduğu anlaşılacaktır. Yani bir insanın belki bütün hayatı boyunca oluşturduğu saygınlığı bu iddia ile sanki yok edilmeye çalışılıyor. Bununla birlikte bazı insanların, yani sonradan duyuluyor ki, para bastıran, zengin olan bazı insanların bu listelerden şak diye çıkarıldığını, hatta hakkında soruşturma bile açılmadığını, açılmışsa bile bunların beraatle sonuçlandığını vs. duyuyoruz.
ÖÖ: Para bastıran dediğiniz belli bir miktar para verip serbest kalanları mı kastediyorsunuz?
TK: Tabii. Yani Fetö borsası denilen durumu kastediyorum. Başka suç delillerinde olduğu gibi burada da parayla bu listelerden çıkarılan insanlar olduğunu duyuyorum. Cezaevinde koğuşlardayken de isim verilerek “şu, şu kadar para vermiş, şöyle çıkmış. Bu kişi şuradaki evini vermiş şöyle çıkmış, beraat etmiş” vs. lafları koğuşlarda bahsediliyordu 2017 yılında cezaevindeyken. Şimdi aynı şeyleri, bunlar devlet sırrı değil yani, medyadan da biliyorsunuz, konuşulan şeyler.
ÖM: Evet. Maalesef süreyi bitirdik ama son bir cümleyle Yargıtay hapis cezanızı onarsa bugünlerde ne bekliyoruz, ne olacak diye Gazete Duvar’a verdiğiniz mülakatta da söylediğinizi bir kez daha duyabilir miyiz?
TK: Evet, orada da şöyle demiştim; yani bu bahsettiğimiz şekilde benim suç işlemediğimi ben biliyorum. O dosyaya bakan herhangi bir hukukçu biliyor. Ömer bey, ben yaklaşık, dediğiniz gibi 30 yıllık avukatım ve aptal değilim. Yani dosyamdaki delil durumunu, bunun ne olduğunu, ne olmadığını, Yargıtay içtihatlarını biliyorum. En başta dediğim gibi aslında bizim hakkımızda hiç dava açılmaması gerekirken dosyanın bu aşamaya gelmesi çok yanlış. 100% beraat verilmesi gerekiyor. Buna rağmen ben ceza alırsam bu benim ayıbım değil. Yani ben buradaki masumiyetimi 100 defa ispat etmiş durumdayım. Bu ayıp artık Türkiye yargısına ait olacaktır maalesef. Burada göz göre göre beni ve bu davayı izleyen kamuoyunu aptal yerine koymanın bir alemi yok. Büyükada Davası’nın tamamı böyle. Toplum olarak sanki aptal yerine konduk ve bu bir korkutma aracı olarak kullanıldı. Bu hatadan kısmen dönüldü. Bazı arkadaşlarımıza beraat kararı verilmekte ama topyekûn dönülmüş değil; her birimizin beraat etmesi gerekiyor. İnsan hakları savunucularının her zaman saygınlığının olması gereken, taşıdığımız ve bu anlamda leke sürülmeye çalışılan saygınlığımızın, onurumuzun iade edilmesi gerekiyor.
ÖM: Takip etmeye devam edeceğiz. Taner Kılıç, çok teşekkür ederiz, takip etmeye devam edeceğiz dediğimiz gibi. Kolay gelsin diyelim hepinize.
TK: Çok teşekkürler Ömer bey, ben de bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. İyi yayınlar dilerim.
ÖM: Çok teşekkürler.
ÖÖ: Görüşmek üzere.
TK: Görüşmek üzere, sağ olun!